"Müzik felsefenin zirvesidir" - Sokrat

Türk Halk Müziği'nde gerek felsefi-kültürel ve gerekse müzikal yönden merkezi enstrüman konumunda yer alan bağlama, Orta Asya'dan başlayan tarihi ve kültürel bir sürecin neticesinde Anadolu'da son şeklini almış olan milli sazımızdır.

Miladi ilk asırlara dek giden devirlere doğru baktığımızda, Orta Asya gibi çok geniş bir coğrafyada yaygın olarak karşımıza çıkan müzik aleti -yayla çalındığı zaman Iklığ adı verilen- Kopuz'dur.

Eski Türk kavimlerine ait inanç sistemi olan Şamanizm'e bağlı olarak, bireyin toplum, tabiat ve tabiatüstü olanla ilişkisinde her bakimdan hayati işleve sahip bir ikili göze çarpar: Şaman ve Kopuz.

Kopuz eşliğinde Şaman tarafından özel ezgi ve sözlerle yönetilen danslı ayinler; şiir, müzik ve dansı aşan mistik ve dini bir karaktere sahiptir .Şaman ve Kopuz'un rolü, müzik, şiir ve dansın; büyü,hekimlik,iyi ve kötü ruhlarla iletişim faaliyetiyle içiçe geçtiği aşkın bir durumu yansıtır. Şamanizm'in dünya görüşü içerisinde merkezde yer alan kopuz kültürü, doğumdan ölüme dek her alanda, hastalıkların tedavisinden savaş meydanlarına kadar her insani etkinlikte söz sahibidir. Bugün elimizde olan bağlamanın atası da yukarıda kısaca değinilen dünya görüşünün kendisinde sese dönüştüğü  -mesela diğer Türk çalgıları olan Tanbur ile Ud'un (Macar  dilinde Ud'a Kopza denmesi anlamlıdır) olduğu gibi- Kopuz'dur.

Su kabağını oyarak, ince deri gerip, sap eklemek ve at kılı teller geçirmek suretiyle ilk formunu ortaya çıkartan bir estetik duyuş ve arayış; iletişimin kısıtlı olduğu sözlü kültür geleneği içerisinde bir disipline bağlı olmaksızın uzun,doğal ve serbest bir değişim ve gelişim sürecinden sonra Anadolu ruh ve kültür potasında şimdiki şeklini verdiği bağlama ile zirvesine ulaşmıştır. Bugün bağlama,taşıdığı çok zengin otantik tavır ve düzen yelpazesi temelinde, hem mızrap ve hem de el ile çalış tekniğiyle, çok yönlü bir icra ve ifade birikimine ulaşmış olan Anadolu sazımızdır.

Büyükten küçüğe Meydan Sazı (Onikitelli Saz), Divan Sazı, Çöğür, Bağlama, Bozuk, Aşık Sazı, Tanbura, Cura Bağlama, İkitelli Saz, Bulgari, Irızva (Karadüzen) ve Cura olarak sıralayabileceğimiz karakteristik bir ailenin temel sazı ve karizmatik temsilcisi kabul edilen bağlama; uygarlıklar ve kültürler kavşağında yer almak gibi ciddi ve imtiyazlı bir konuma sahip ülkemizin, evrensel platformda ağırlığını belli ederek lider konumuna geçmesi misyonuyla sembolleştirebileceğimiz "müzikal bayrağımız"dır.

Bugün geldiği noktada sahip olduğu olağanüstü ifade kapasitesi, teknik birikim, donanım ve imkanları ile tarihten getirdiği hümanist-evrensel felsefeyle bağlama -ve ailesi- kültürümüz adına yüklendiği misyonu da bizzat belirlemiştir.

Tarih sahnesine çıktıkları topraklardan hep uzak diyarlara erişme duygusuyla yaşamış Türkler, kimliğine İslam'ı da katmaktan aldıkları şuur ve hızla, at ve kılıçla vardıkları yerleri; elinde kopuz, dilinde hikmet ve gönlünde engin bir insanlık felsefesi ile buralara gelmiş öncü ruhlu bilgelerce hazırlanmış olan zemin sayesinde fethedebilmişlerdir. Asırları aşarak günümüze ışık tutan tarihi-evrensel bir vizyonun sahiplerinden miras kalan bu misyon, bayrağı devralanlar bulunduğu sürece yoluna devam edecektir.

''Eğer gerçekten evrensel olmak istiyorsan, kendi ülkenden bahset.'' - Balzac

Müzik onu içinden çıkaran toplumun iyi-güzel ,kötü çirkin ve doğru yanlış ayrımını belirleyen temel değerleriyle, bu değerlere kaynak teşkil eden felsefi ,duygusal, estetik ve manevi kabullerin ürünü olduğu kadar,bu temel değer ve kabullerin taşıyıcısı da olan bir kültür olgusudur. Her toplum kendi müziği ile düşünür, hisseder,taşıdığı kimlik bilinci, aidiyet duygusu ve dünya görüşünü ilan eder. Bilindiği üzere bunları da; üstünde yaşanan coğrafya, tevarüs edilen tarihi-kültürel miras, kurulu sosyo-ekonomik yapı, konuşulan dil ve mensup olunan din belirler. Bu açıdan bakıldığı zaman, dünyamızın sayısız kültür ve uygarlığa ev sahipliği yapageldiği bir gerçektir.

Bu gerçeğe karşın dünya üzerinde Sanayi Devrimi'nden bu yana Batı Uygarlığı tarafından empoze edilmiş olan ekonomik-teknolojik ve kültürel hakimiyete paralel müzik; Avrupa Klasik Müzik tecrübesiyle bir tutularak, diğer kültürlerin müziği buna kıyasla değerlendirilir hale gelmiştir. Oysa belli bir uygarlığın kendine has koşullarından doğan bir müzikle dünyada var olan sayısız türden müzik tecrübesini bu tip bir eksene oturmak; müzik adına insana, bilime, emeğe ve hakkaniyete hürmetsizliğin de ötesinde, Batılı olmayan kültür ve uygarlıkların inkarı ile eşanlamlıdır. Batı müzik geleneğini gelişimini tamamlamış, çoksesli-evrensel mahiyette aşılmaz bir tecrübe, Batılı olmayan gelenekleri ise müzikal evrimin alt basamaklarında kalmış, teksesli-yerel müzikler olmakla eşitleyen bu maksatlı söylemin, evrensel çoğulluğu ve çoğulculuğu içermesi beklenen çağdaş- bilimsel müzik anlayışına temel olamayacağı açıktır.

Batılı müzikal dayatma bilhassa Tanzimat'tan bu yana içine düştüğümüz teslimiyetin de en  bariz sahası olmuştur. Kendi kültür ve uygarlığımız karşısında Batı'ya mutlak bir üstünlük ve referans olma payesi veren çarpık ve yıkıcı algılama, cumhuriyetle başlatılan kültür-sanat hamlelerinde bilhassa müzik politikamıza hakim kılınmıştır. 'Muasır medeniyet' seviyesinin de üzerini hedefleyen iradenin aksine Batı'nın müzik tecrübesi, müzikte çağdaşlığın tek ölçütü ve hedefi olarak alınmıştır.

Anılan müzik politikasını oluşturan ve topluma giydirmek isteyen düşünce ve müzik adamlarına göre karşımızda Doğu, Batı ve Halk müziklerinden ibaret üç çeşit müzik vardır.Bunlardan Doğu Müziği (Klasik Türk Müziği kastediliyor), hastalıklı ve gayrımillidir. Bu müzik, Türk'e ait olmayıp, Bizans-Arap-Acem karışımı olan bir saray artığı düm-tek musikisidir. Türk kültürüne ait olan müzik, Türk Halk Müziği'dir. Bununla birlikte yeni medeniyetimizin müziği, Batı Müziği olacaktır. Bu nedenle, Halk müziğimizin melodilerini Batı Müziği ile armonize edecek ve çokseslendirecek olursak, hem milli ve hem de Avrupai müziğe sahip oluruz.

Bu ifadelere baktığımızda, halk müziğimiz, çağdaşlaşma adına klasik müziğimize tercih edilmiş gözükse de gerçekte yapılan, yüzyılların birikiminden süzülerek gelen yüksek bir ilham ve derin bir felsefeye dayalı köklü bir geleneğin; 'sanat'tan yoksun sayılarak, ayrı bir dünya görüşüne ve estetik zevke bağlı Batı Müziği ses sistemi içerisinde yer alan kalıp ve kurallara göre ıslah edılmeye muhtaç köylü müziği derecesine indirgenmesidir. Bu zihniyete bağlı olarak, bir yandan Türk Müziği bünyesine aykırı tipte bir çokseslilik anlayışı ile yapay ve yozlaştırıcı müzikler yapılırken, diğer yandan bin yıllık klasik müziğimiz konservatuar, okul ve radyolarımızdan sürgün edilmiştir.

Böylelikle biri devrini kapatmış ilan edilerek atılmak istenen, diğeri çağdaşlaştırılmak adına aslından ve kendi iç dinamikleriyle gelişme sürecinden kopartılmaya kalkısılan iki büyük geleneğimizin kimliğinde bölücü bir müzikal kutuplaşma yaratılarak, Batı'da 'soylu' sınıfın temsil ettiği, notalama geleneğine sahip, belli bir bestecinin yarattığı repertuardan oluşan yüksek 'sanat müziği' ile sanat geleneğinden ayrı tutulan ' halk müziği' ikiliği topluma empoze edilmiştir.

Oysa aynı kökten çıkarak, Anadolu kültür coğrafyasında icra edildikleri çevrelerin ihtiyaç ve şartlarına göre iki dal halinde şekillenmiş olan biri şehir, diğeri köy karakterli müziklerimiz; sadece bize has bir müzikal duyuş ve zevke bağlı olarak doğmuş olan tek bir ses sistemine, ortak makam-usul özelliklerine, meşk usulü usta-çırak aktarımına dayalı, sık sık da aynı terminolojiyi paylaşan iki kardeş gelenektir.

Bugün yaşamakta olduğumuz topraklarda; bize ait olanı çağın beğenisine sunabilme yolunda, aslımızdan ve kaynağımızdan kopmadan, kendimize ait olandan vazgeçmeden, fakat var olanı ileri götürme, yasadığımız çağın ruh ve ifadesini müziğimize yansıtabilme adına da mevcut malzeme birikimini sorgulama ve elestirme tavrını elden bırakmadan, kendi müziğimiz içerisinde evvelce atılmış olan köprüleri  yeniden kurarak, Doğusu ve Batısı ile dünyada yer alan diğer müziklerle alışverişte bulunmaktan çekinmeden, fakat öncelikle 'ses'imizi ve 'saz'ımızı evrenselliğe taşımayı sağlayacak özümüzden gelen iç dinamikleri harekete geçirmek suretiyle oluşturulacak açılımlarla, müziğimiz kendini sürekli yenileyerek, insanlık var oldukça yürüyüşüne devam edecektir.